20 Haziran 2010 Pazar

kendim, ben...


Kendimi biliyorum ve artık kabul ediyorum.. sanırım karakterimle ilgili yapılabilecek değişikliklere artık açık değilim.. buraya kadarmış ağaç eğileceği kadar eğildi. Şimdi kabullenme zamanı…
ben tam bir ikizler burcuyum, yada löp diye oturmuşum bu tesadüfün üstüne; ama bir gerçek başak kadar mükemmelliyetci, balık kadar duygusal, koç kadar lider, falan filan kadar bişey değilim işte.. ben çift yönlüyüm çift karakter değil bu bir karakterde 2 yön var ikisi de uç noktalar ve ikisi de mevcut.. işin kötüsü çoğu konuda hatta aklımda olan tüm konularda orta yolun olmaması.. anya-konya, mersin tersin, tuz-şeker, soğuk-sıcak, beyaz-siyah kadar… offf ne yorucu bir tezatlıklar silsilesi bu, inanın yorucu…

afro' mu ben'mi? :)


Ders çalıştım, uyku artık paçalarımdan akıyordu tamam bitti yeter yatacağım dedim... erken kalkacaktım biran önce uyumak isterken inat ya aklıma bir şey takıldı, hemde öyle salak bir şey ki bilinç altımda bile kalmışsa yuh bana.. “Afrodit, banu alkan hanım” abesle iştigal bu durum beni bilinç altımın bilincimden daha zeki olduğu düşüncesine vardırdı.. çünkü Afrodit havuz kenarında tarak kemiği ayası üzerinde yürüyordu gerçekten seksi ve feminen bir olay ayrıcada herkesin harcı değil.. mesela ben topuklu ayakkabıda bile tarak kemiğinin ayasının ağrısından ölüyorum, alışmışım paletleri yere vura vura yürümeye.. böyle bir zarafet için bale dersi falan almam lazım ki onun içinde yaş engeli var yinede doğrultamayabilirler bu yaştan sonra yani… şöyle bir düşündüm ben otelin havuzunda salak salak yüzüyorum spor yapma çabalı suyla oynuyorum doğrusu, sonra çıkayım artık bir sigara yakar azcık güneşlenirim diye karar alıyorum.. su altında bikini kontrol ve merdivenlere yanaşıyorum verev verev ayrık bacaklarla merdivenden çıkarken serpil çakmaklıdan daha fazla frikik verirken onun zerresi kadar çekici değilim çünkü dallama gibi tırmanıyorum yani.. otelin eskiden pek lüks sayılan artık bayıntı gelmiş sarı mermerlerine ayaklarımı yine verev ve vantusluyormuş gibi yapıştıra yapıştıra yürüyorum.. rüzgar esiyor ve ben üşüyorum karşıdan sudan çıktığımı gören heyet-i kabileye doğru giderken üşümenin o nacizane etkisini görmesinler diye hızlanıyorum derken şılappadanak yeri boyluyorum.. ayy bizim heyet-i kabile gülme ile yardıma koşarken ben arkadan beni doğururken bile göremeyecekleri kadar enteresan bir sahne ile muhtemelen izlemiş olan kabileyi merak ediyorum.. kadınlar kıs kıs güler erkekler yarı hoşnut yarı kendi hatunlarının başına gelmemesi için duacıdır diyorum ve yere nihayet oturup kalkmamayı planlıyorum her düşüşümde olduğu gibi… ben düşünce kalkmayı sevmem önce yara varmı kontrol ederim sonra sızı geçer sonra biraz güler ve sonra bir ara kalkmak isterim.. ama olmaz bizde düşeni kaldırmak sanki düşmeden tutmuş gibi önemli bir harekettir illa kaldırılır insan kaktüse düşmüş gibi… ya canım yanıyor zaten otoban değil ya acım dinsin kalkayım yok olmaz koltuk altlarından sürüne sürüne malkoçoğlu gibi götürülürsün.. ama ben bu sefer kalkmadım çünkü sol dizim acıyordu ve o şekilde kalkarsam bir daha düşmüş gibi frikik verebilirdim.. çaktırmadan arkaya baktım amanın kimsenin bana beden dili bile çalışmıyor üçüncü gözü falanda üstümde değil güneş gözlüklüler bile bakmıyormuş gibi yapmıyor zaten bakmıyor… hepsi güneşin olduğu tarafa doğru bakıyor bende hiddetle kafamı o yöne çeviriyorum aman Allah’ım sanki güneş inmiş aşağı… az önce beni üşütüp düşmeme neden olan rüzgar hatunun sarı saçlarını uçuruyor güneşde ışıkçı misali öyle bir veriyorki ışığı saçımı sarartasım geliyor.. hatun Afrodit değil onun yaşlarında sarı saçlı bronz tenli ve en önemlisi lacivert mayosunun etrafında zamanında şişmiş inmiş şişmiş inmiş etleri ve derisi de dalgalanırken bayan her şeye rağmen ayalarının üzerinde yürüyor, yani Afrodit yürüyüşü yapıyor çok zarif atletik ve feminen duruyor.. sanki güneşin kızı gelmiş veya erosun kızı olmuş da bizim haberimiz yokmuş gibi…
Birde kendime baktım saçlar yapışmış sülük gibi tam takır kuru bakır fiziğimde tek özellik henüz sarkmamışlık sen bikini giysen havuzdan ahenkle çıksan sonra üşüsende dört göz olsanda yere kapaklanıp asrın frikiğini versen nolur bre kazulet.. sen doğuştan havuzdan denizden kafası kuru vücudu ıslak çıkamayanlardansın, sen doğuştan her şeyi pembe istemeyenlerdensin, sen doğuştan barbi yerine nerden düşsek nereye zıplasak oyunlarına hasta birisin.. lisedede öyleydin andacında ispatın.. sana ne bakacak elalem işimi yok…
Ben kendimi biliyorum bu durumdan da memnunum tek sevmediğim erkeksi benzetmeler çünkü alakası yok bayan olmanın dayanılmaz hafifliği içindeyim.. yuvarlaklarım ön planda gezmiyorsam bu benim tercihimdir ve havuz kenarı gibi bir çok alandada avantaj sağlar… gizlide olsa yuvarlağım ve bir mahremiyetim var böyle gezince korumasıda kolay oluyor..
Fakat şuda bir gerçek havuz kenarında ayakları yapıştıra yapıştıra gezmemeli becerebilen varsa Afrodit yürüyüşü yapmalı.. fiziksel olarak açıklayayayım hani yüzey genişledikçe sürtünme kuvveti artardı ya aynen kayma kuvvetide artıyor ve ivme alıp yere ağaçtan düşen elma misali çakıyor insanı.. fakat aya gibi yüzeyi daha az bir bölge kayma durumunda topuğunda fren yapma durumunu kolaylaştırıyor.. neyse işte benim manyak kafam kışın ortasında yaza dair bu saptamayı yaptı.. yazın afiyetle değerlendirmeniz dileğiyle…………

gözü kara mısın?


Gözü karalık…
Çok matah bir özelliktir bir çoğu için.. ben gözü karayım diyenlere bir bakın, genelde alakaları yoktur.. asıl gözü karalar içimizde saklıdır sakin sakin gezerler bazen omuzları düşük bile olabilirler;) şimdi bu yazıyı bir öyküye çevirmiş olsam ve içine hiçbir şeyi olmayan bir kadın koysam ve ona hep beraber bir şey versek bir armağan hayata değil ona bağlanabileceği bir şey; hele birde ona muhtaç, aciz , yavrucek bir şey versek ne olur söylesenize… gerçek bir gözü kara dikkatli olun, hediyeyi verdiğiniz gibi tehlikeli olma ihtimaliniz canlanır gözünde kibarca fizana kadar gidiyorum imajı verin… peki neden bir kadın çünkü erkek düzdür nettir bellidir anaç değildir bir şey için yaşamaz, bir şeyi yaşatmak için ölmez yada yaşarken acı çekmez… kendince orta yol bulur en östrojenlisi bile.. bu gerçeği gözü gören herkes bilir ispatıda basit örneklerdir ama ben görenler için yazıyorum göremeyenler için yazıyı bayamam. Her neyse şahsen bizzat bende çok gözü karalar dinledim ama gördüklerimin hiçbiri halis değildi.. bazı kimseler tanıdım çok gözü karaydı korkakça yaşayan gözü karalaaaarrr… ah onlar nede çoklar bir bilseniz… yaş ilerledikçe ergenlikteki o saçma sapan ne yapsamda ilgi çeksem dönemi biter ve ağırlaşır insan yaşam kıymetli olmaya başlar.. sanki o zaman ölmek acı çekmek kolaydıda şimdi zor gibi tırsarsın iyice… o kadar zıplarken birşey olmadı şimdi bela oturduğun yerde seni gelip sarıvericek gibi olursun.. bu olgunluğun başlangıcıdır işte tırsmak; gardını almak hayata… arkadaşlar, ün şöhret, karizma değilde sen, ailen mühim oluverirsin bir anda. İşte bazı erkekler bu yüzden büyümez kadınların istisnalar hariç çoğu bu yüzden büyür: “ANAÇLIK”
Anaçlıktır gözü karalık dediğimiz şey, anaçlıktır yaşama ve ölme nedeni bir çoğunun, anaçlıktır yaşarken acı çekme ve katlanabilme sanatının mihenk taşı.. kadını erkekten, erkeği kadından farklı kılan tek özellik budur bence.. zor bir yüktür herkesin harcı değildir.. becersede beceremesede dokuz canlıdır anaç; erkek gibi doğup erkek gibi ölsede dokuz canlıdır, çünkü anaçlık serüveninin ona neler getireceği hiç belli değildir.. kırk kerede ölebilir, yaşadığı hergün işkence de çekebilir..
Bunun akside olabilirmi?? Ehhh; çünkü evlat yahut kucaklanan her ne ise ne kadar iyi, hayırlı, mutlu, mesut olsada düşündürür anaçı..bu hayvansal iç güdüye hayranım, sahip olmanın verdiği dayanılmaz ağırlığa rağmen mutluyum kadın olmaktan.. anaç olacağım günleri iple çekiyorum..


tüm tanrıça ve anaçlara sevgi ve sonsuz saygılarla…

dehlizlerim...


Sen ne dersen de ne yaparsan yap hayat akıyor, dünya tesbih çekerek dönmeye devam ediyor.. ilahi düzen düzen içinde akarken kendimi şeffaf bir hamakta ince ince sallanarak zamanı yavaşlatmış hissederek havayı içime çekerek dinlenmek huzurun dibine varmak istiyorum... ben aslında hep hayalperesttim balık burcu değilim hiçbir gezegenim yıldızım balıkta da değil ama kafamda yarattığım dünyada yaşamayı iyi bilirim… çocukluk alışkanlığımı bilmiyorum çocukken hayal gibi bir dünyam vardı zaten, kanatsız melek bu derlermiş bana 80-90’da bu laf klişe değildi.. işte ben öyleyken böyleyken dünyanın sadece benimle işlemediğini anladım. Bu tam da kasabadan şehre taşınmamla beraber oldu. Şehir çocukları öğretti bana çıkarın ç’sini... sonra kendime dünya kurmayı öğrendim biraz hayalci bir dünya işte.. ama adapte de oldum hem de âlâsından..bu yüzdendir iki yanım iki kapılı hanım biri öz ben biri oluşturma ben oluşmuş ben... şimdi kendi dünyama ne zaman girsem garipseniyorum bana kıskanılıyormuşum gibi geliyor, kendi mutluluğumdan olsa gerek, derin dehlizlerim bana ait harikalar diyarım Allah ile çok yakın olduğum zamanlar da o zaman... O olmasa ne ben olurdum ne dünya ne de dehlizlerim, beni orada doğru yerde olduğumu hissettiren de O.. zaman mitolojik mezozoik milenyumsal vs. bazen derim nadasa ihtiyacım var işte bu anlardır benim dünyama girişim orada dinlenişim.. herkesin vardır böyle zamanları mekanları kimilerinin gerçek yer ve mekanlardır, benimse kafamda kafamın içinde.. kafamın içindeyken her nerdeysem orada oradayımdır dünyamda.. şimdide şeffaf bir hamak salınıyorum ince ince müdahalesiz olaylara kişilere zamana salına salına...